Diyanet İşleri Başkanlığı Anayasamızın 136. Maddesinde de belirtildiği gibi; Genel İdare içinde hizmet yapan bir kamu kurumudur. Ama yapılan hizmetlerin çoğu tartışılacağa benziyor. Halbuki siyaset ve kimlik tartışmalarıyla gündeme gelmemesi gereken kurumların başında Diyanet gelir. Gerçi ne kadar bu ilke işlemiştir; ayrı bir tartışma! Diyanet’e atanacak “ sözleşmeli Din Adamı” adı altında Doğu ve Güneydoğu Anadolu’da kurslarda veya medreselerde yetişmiş mele’ler ya da seyda’lar medyada “ mele açılımı olarak yerini aldı.
Öncelikle hemen ifade edelim ki, ne Kur’an’da ne de peygamberimizin ifadelerinde “ din adamı”tabiri yoktur. Hatta islam dininde “ din kıyafeti “ “ din sınıfı” vb. kavram ve kurumların tamamını yıkmıştır. Bu belli grupların insanlar üzerindeki tahakkümünü Hristiyanlıktaki engizisyon mahkemeleri gibi – ortadan kaldıran bir anlayış koyar.
İslam ilimleriyle meşgul olan insan olur, din alimi deriz, bu başka ama din adamı olmaz. Bu hususu tartışmaların eksenine koymamız gerekir. Kurumsallaşmış bir din anlayışı, dinin özgürleştirici anlayışıyla hep çatışmıştır. Bundan böyle de çatışmaya devam edecektir. Çok daha gerilere gidersek, mezhep taassuplarının altında yatan ana meseledir. İkinci önemli husus din ferde/bireye gelmiştir. Bireyin ruhi gelişimini ve oluş süreçlerini hedef alır. Toplumla değildir derdi. … bireyi kendi özgürlüğü içinde inşa edip toplumsal kılmaktır. Tam da gözardı ettiğimiz yer burasıdır.
Tartışılan konu oldukça ağır meseledir. Karşı çıkanlar pek çok argüman ileri sürdüler; öne çıkan iki husus vardı: birincisi diyanetin yönetmeliğine aykırı oluşu; çünkü din görevlilerinde aranılacak vasıflardan biri en az İmam Hatip Lisesi mezunu olmaktır. İkincisi ise Yönetmelik değiştirilse bile Tevhid- i Tedrisat kanunu’na aykırı olmasıdır. Tartışmalarda üzerinde hiç durulmayan bir husus vardı ki dinin mahiyetiyle doğrudan ilgilidir. Dini insanlara anlatacak kişinin kimliklerine mi bakılacak, yoksa ehliyetlerine mi ? Ve buna kim karar verecek ? Ankara’da birileri, Doğu illerinde birileri, Akdeniz sahillerinde birileri mi? Ehliyet’lilik deyince ne sadece diplomadan bahsediyorum, ne de bir yöre de yaşıyor olmak, o dili konuşmak ya da bir mezhebin öğretilerini biliyor olmaktan hemen ifade edelim ki problem edelim ki problemi doğru ortaya koymak zorundayız. Bu yapılmazsa, çözümü yerlerde ararız. Özellikle din gibi son derece hassasiyet isteyen bir olguya, tamiri zor yaralar açmak büyük vebaldir. Bu vebali de kimse taşıyamaz.
Mezhep, dil, etnisite gibi siyasetle iç içe geçmiş, çokça tüketilen kavramları dinin önüne koymak ve onlardan hareketle dini anlamaya veya anlamlandırmaya çalışmak; dini din olmaktan çıkarır ve din hiçbir fonksiyonunu icra edemez hale gelir.
Nitekim günümüz çatışmalarının altında yatan sebep bu değil de nedir? Nerede kaldı tevhit anlayışı…. Nerede kaldı İnnem- el mü’minune ihvetün Bütün insanlar kardeştir. Ayeti. Kur’anı kerimin en temel kavramı birleştirmek bütünleştirmek değil midir? Bu tartışmaları bu gün yapıyor olmamız dahi bu temel ilkeleri dikkate almadığımızın açık göstergesidir.
İnsanlık peşinden gideceği insanlardan çok yönlü beslenmek istiyorsa artık Model şahsiyetlere duyulan ihtiyaç ise her geçen gün daha da artıyor. Dolaysıyla konular nicelikler üzerinden değil, nitelikler üzerinden tartışılmalıdır.
Yunus Emre, Hz Mevlana gibi şahsiyetlerin manevi suyundan beslenen, öncelikle insanlıklarıyla insanlığa örnek olmuş şahsiyetlere- din adamlarına demiyorum- ihtiyacımız var. Çünkü tekrar etmek gerekirse din adamı ve ruhban sınıfı İslam da yoktur. Kalın Sağlıcakla!


HABİL YA DA KABİL OLMAK
ORDU’DA HAMSİ AVCILIĞI SIKI DENETİM ALTINDA
KIRMIZI IŞIKTA GEÇTİM VE BİR İNSANI ÖLDÜRDÜM!
“CUMHURİYETİMİZ 102 YAŞINDA”