Siyaset “ adaletin gerçekleşmesi” demektir. Mesela Platon’a göre siyaset “ adalet erdemini gerçekleştirme sanatıdır.
Ne yazık ki bugün tarafgirliğin, zümre egoizminin hakim olduğu bir siyasetle karşı karşıyayız. Erdem fikri oluşturulmadan yapılan siyasetten hayır gelmeyeceğini yazar çizen ve düşünen tüm insanların adeta bağırması gerekir. Bu aynı zamanda bir sorumluluktur. Aydınlar, toplumu yönlendirenler ve yönetenler için, bunun dinin içinden okuyacak olursak farzdır.
Keşke bir araştırma yapılsa … Uzun yıllar meclis başkanlığı genel başkanlık, milletvekilliği, başkanlık v.b yapan insanların çoluk çocuk ve yakınlarının nerelerde görev yaptıkları tespit edilse.. Ve bu insanlara şu soru sorulsa, yaptıklarınız İslam anlayışında nasıl karşılanır?
Sadece bugüne mahsuben de söylemiyorum bunu… Müslümanların belki de en büyük zaafı demek doğru olur!
Tam da bu noktada Hz. Peygamber’in vefatıyla başlayan hadiselerin altında yatan sebepleri hatırlayalım. Bize ilk kırılmanın nerede başladığını çok iyi gösterecektir.
Kim halife olacak tartışmalarında ne yazık ki ortaya konulan kriterler, İslam öncesi kabullere dayanan, Kur’an-ı Kerim’in asla kabul edemeyeceği, tam tersine yıkmak istediği anlayışın ta kendisidir.
Kavmiyetçiliği hortlayıp, kabile içi bağlılık, başka kabilelere üstünlük duygusu, soy sop, arkadaş yakınlık veya İslam’daki derecesi ( bu da neyse?) gibi hususları öne çıkartıp, liyakati göz ardı etmek, ahlaki olgunluğun ve inceliğin olmadığı cahiliye döneminin tutum ve davranışlarıdır.
Halbuki Hz Peygamber 23 yıl boyunca bu zihniyetle mücadele etmiş, hak ve adaletten ayrılmaktan çekindiği kadar hiçbir şeyden çekinmemiştir.
Bir hırsızlık vakasında “ kızım Fatma dahi olsa taraf olmam” diyerek, tüm tarafgirlik anlayışlara meydan okumuştur.
Her davranışında ve eyleminde bunu görmek mümkündür.
Emrolunduğun gibi dosdoğru ol ayeti beni kocattı der Allah’ın elçisi…
Evet, dosdoğru olabilmek, ahlak kişisinin ve iman insanının hedefidir. Hedef egemen olmak, belli makamları işgal etmek, üstünlüğü korumak olmamalıdır.
Yine aynı şekilde toplumla alakalı olarak altı çizilmesi gereken konularda biri de “ mahalle baskısı” dır. İnsan kendi fıtratının öngördüğü doğru bir gelişim çerçevesinde kişiliğini oluşturmak anlamında özgürlüğünü kısıtlanmış hissediyor ve baskı altında olduğunu dile getiriyorsa bu da insana yapılan bir zulümdür… bir başka ifadeyle sosyal baskı da cahiliye adetidir.
Hülasa…
Şu anda dindar kimliklerin verdiği sınav gelecekte kendilerinin hanesine değil, ne yazık ki İslam anlayışı hanesine yazılacaktır. Dolaysıyla büyük sorumluluk taşımaktadırlar. Belli makam ve mevkilerdeki insanlar oturdukları makamların geçiciliğini unutmamalıdırlar. Kalın Sağlıcakla!