Geçmiş dönemlere ait bir araştırma yazısını tekrar yazarak bir hatırlatma yapmak istiyorum. Çünkü gündem o kadar yoğun yaşanıyor ki nereye el atsak elimizde kalıyor. Kurtarmaya çalıştığımız hiçbir şeyi kurtaramıyoruz.
Bu ülkenin tarımı bu günkü siyasetçilerden çektiği kadar hiçbir dönemde bu kadar acı çekmedi. Yaptıkları her yanlış hamleyi masum göstermek için ‘’KAMU YARARI’’ cümlesini kullanıp toplumun gazını almaya çalıştıklarını da biliyorum.
Dünyada kendi kendine yeten 7 tarım ülkesinden biriyken şimdilerde bir ithalat canavarına dönüşen ülkemiz olduğunu görmenizi istiyorum. İnanın abartmıyorum, bugünkü tarım politikasından vazgeçip üretime dönmediğimiz sürece açlığa doğru gidiyoruz.
Şimdiden uyarıyorum gelecek ile ilgili hazırlıklarınızı ona göre yapın.
ZEYTİN İLE MÜCADELE YILLAR ÖNCESİNE DAYANIYOR
Prof. Dr. Kenan Demirkol çok güzel bir araştırma yapmış. Bu yazıyı okuyun ve okumayanlara da anlatın istiyorum.
Büyüklerinizden ve tarih kitaplarından Marshall planını okumuş veya dinlemişsinizdir. 2. Dünya savaşı sonrasında 1947 yılında önerilen ve 1948-1951 yılları arasında yürürlüğe giren ABD kaynaklı bir ekonomik yardım paketidir. Aralarında Türkiye’nin de bulunduğu 16 ülke bu plan uyarınca ABD den ekonomik yardım almıştır. ABD geçmişten beri dünyanın en büyük mısır üreticisidir, ABD birikmiş olan mısır dağlarını eritmenin bir yolu olarak mısır özü yağı ihracatını keşfetmiştir. Marshall yardımı yapmanın koşullarından biride Türkiye’nin ABD’den mısır özü yağı almasıdır.
Amerika’nın önerisi ve baskısıyla 1952 yılında Türkiye’de ilk margarin yağı fabrikası kurulur, yine aynı dönemde yüzbinlerce zeytin ağacı sökülerek bir katliam yapılır. Kalan zeytin ağaçlarından elde edilen zeytinyağının büyük bölümü ABD tarafından dolar karşılığı alınır ve mısır özü yağı TL karşılığı satılır.
TOPLUM MÜHENDİSLİĞİ BAŞLIYOR.
Bu dönemde Türk insanı zeytinyağından soğutularak mızır özü yağına ve margarine alıştırılır. Bu amaçla zeytinyağı ısınırsa kanser yapar gibi yalanlar uydurmaktan da geri kalınmaz. Halbuki zeytinyağı halk ağzındaki deyişle dumanlaşma derecesi en yüksek sıvı yağlarından biridir.
Bununla da kalınmaz, Zeytin yağını kötülemek için bugün yapılan halkla ilişkiler endüstrisi çalışmaları gibi “ZEYTİNYAĞLI YİYEMEM AMAN, BASMADAN FİSTAN GİYEMEM AMAN…” diye türkü sipariş edilir ve ülkenin en popüler türküsü haline getirilir.
Yıllar içersin de Katı yağ/margarine mahkum edilen halk 20-30 yılda bir kaşık yağa muhtaç hale getirilir. Basma giyen kadınlar plastik giysilerle tanıştırılır. Zeytinyağlı yemenin, pamuklu kumaş giymenin aşağılanmış bir davranış olduğu algısı yaratılmak için halka yön verme adına bir toplum mucizesi gerçekleştirilir.
Zeytinyağının kötülendiği bu türküde, Mustafa Kemal Atatürk’ün ‘’köylü milletin efendisidir’’ sözüne karşılık, “SENİN GİBİ CAHİLE, BEN EFENDİM DİYEMEM” denilmek suretiyle köylü ötekileştirilerek Mustafa Kemal Atatürk’e gönderme yapılır.
“BASMA DA FİSTAN GİYEMEM” sözleriyle ise Cumhuriyet’in ilk yıllarının simgesi olan ve halkın çok sevdiği basma kumaşına ve fistan elbiselere gönderme yapılarak basma kumaşı aşağılanır ve halk plastik giysilere özendirilir.
Daha sonraki yıllarda Cumhuriyetin önemli kazanımlarından biri olan ve basma üreten, satan Sümerbank kapatılarak halk tamamen yerli hayattan uzaklaştırıldı.
Gördüğünüz gibi Türk tarımı ve sanayisi ile yapılan mücadele 1950’liler de zeytin ile başlamıştı. Yıl 2024 zeytin ağacı ile mücadele halen devam etmektedir.
Yıkım mücadelesi daha sonraki yıllar içersin de fındık, şeker pancarı, pamuk ve çay ile devam etti.
Biliyorsunuz emperyalizm asla acele etmez, önce seni zayıf düşürür sonra teslim alır.
Gördüğünüz gibi mesele sadece zeytin ağacı ve maden değil, zeytin ile yapılan anlamsız mücadelenin tarihi bir hikayesi olduğunu hatırlatmak istedim.
Unutmayın;
Doğa ile barışık yaşamazsanız önce aç kalır sonra ölürsünüz.