Tanınmış bir gazetenin köşe yazarlarından bir hanımefendi ile yaptığımız telefon görüşmesinde konuştuklarımız, belki bundan üç beş yıl sonra çok daha fazla tartışılacak konuları içeriyordu.
Kılık –kıyafet olarak İslam’ın geleneksel yapısına riayet eden hanımefendinin, söylediği bir cümle ise oldukça manidardı.
Dindarlık seksenli yıllarda eleştirdikleri ne varsa, şu anda pek çoğunu fazlasıyla yaşantılarına çektiler” dedi.
Örneklerini de verdi, bunlara şu an girmeyeceğim. …. Ancak konuşmada benim için önem arz eden bir hususun altını özellikle çizmek istiyorum.
Yıllardır dindarlık öylesine kabuk üzerinden tartışıldı ki, maalesef kimse cevizin içiyle meşgul olmadı.. dolaysıyla kibir, kıskançlık, israf, yalan, dedikodu, gıybet, iftira ve hatta saygısızlık, vefasızlık, hakkaniyetsizlik gibi hususların yasaklığını ya da haramlığını kale almayan bir dindarlık anlayışı oluştu.
Yeter ki birkaç kıstas yerine getiriliyor olsun.
Fakat bir tebessüm, bir selam, mütevazi bir bakış gibi son derece kolay davranışların dahi tercih edilmediğini sanıyorum her aklı başında insan söyleyecektir.
Tesettür moda dergileri, lüks mevlitler, sosyete umreleri, Kudüs turları, lüks cipler, bir memurun aylık maaşının yetmeyeceği başörtüler, çantalar, hülasa paranın getirdikleriyle bütünleşen bir Müslümanlık profili…
Dönemin Zaman gazetesi yazarlarından daha çok edebiyatçı- Şair kimliğiyle tanıdığımız Hilmi Yavuzun ifadesiyle bir gardırop İslamı Kuran ve Peygamber ahlakı olarak muhteviyatının geriye itilmiş olduğunu; sadece eşi örtülü mü, içki içiyor mu, Cumaya gidiyor mu ölçütlerinin dikkate alındığını yazıyor bir makalesinde ve şöyle devam ediyor.
Müslümanlık sadece başörtüsüne indirgemek, sadece cumaya gitmeye indirgemek, sadece içki içmiyor olmaya indirgememek… Parça’nın bütün yerine konulmasıyla temellük edilen bir Metonomik Batılılaşma olduysa, İslam da bu gün Türkiye de parçanın bütün yerine konularak temellük edilen bir” Metonomik İslam’a dönüşmüştür.
Sayın Yavuz’a katılmamak mümkün mü?
Halkın büyük bir yoksullukla mücadele verirken, her dindar böyledir anlamına gelmiyor fakat azımsanmayacak bir kitlenin dindarlık anlayışı gazeteci hanımefendinin ifadesiyle kabuktan ibarettir.
Ünlü Alman sosyolog ve bilim adamı M.ax Weber’in yaklaşımıyla para, test alanıdır.
Değerlerin kaynağı, ya hukuktur, ya ahlaktır, ya da dindir.
Dolaysıyla son tahlilde hukuk, din ve ahlaktan beslenen değerlerin ete kemiğe bürünmüş, mücessem halidir.
Bu iki şey, yani para ve hukuk alanı, değerlerin nasıl yaşanıldığına birer gösterge teşkil ederler.
Her ikisi de yaratıcının üzerine titrediği HAK kavramını içerirler çünkü.
Dolayısıyla devleti yönetenlerin her iki alanda da son derece titiz davranmaları gerekir.
Bunu çok iyi bilen ve her söylediğini bizatihi şahsında yaşayan Allah Elçisi.
Bir hadisinde “ dosdoğru ol” ayetinin saçlarını beyazlattığını söylerken bize bu hakikati hatırlatır.
Yine Onun en yakın arkadaşlarının davranışları da tüm inananlara örnek teşkil edecek güzelliktedir.
Hz. Ebu Bekir vefat eder ve hilafete getirilen Hz. Ömer devlet emanetlerini inceler.
Sandıklar açılır, evraklar ve mali hazineye ait altınlar, dirhemler tasnif edilip devir teslim yapılır.
Evrakları tek, tek inceleyen Hz. Ömer sandıkların birinde bir kavanozla karşılaşır.
İçi dirhemlerle dolu kavanozu merakla açar.
Bir de mesaj yazılır.
Benden sonra gelecek olan halifeye teslim edilmek üzere tüm maaşım bu kavanozdadır.
Devlet hazinesine kaydedilsin.
Hıçkırıkları boğazına düğümlenen Hz. Ömer’in dilinden şu sözler dökülecektir.
Ne kadar büyüksün ya Ebu Bekir. Kalın sağlıcakla!