Geçtiğimiz günlerde Fatsa Devlet Hastanesinin yoğun bakımında bir hasta, sessiz sedasız kimsesiz gibi bir şekilde hayata veda etti.
Sessiz sedasız kimsesiz dedik ama gerçekten öyle miydi gelin birlikte okuyalım doktorun hayatını.
Fatsalı Doktor Şükrü Bıçakcı…
Aslen Bolaman’ın bir köyünden. 1924 doğumlu. Yani öldüğünde 98 yaşındaymış. Eskilerin nüfusa bir kaç yaş gecikme yaptıklarını varsayarsak belki de yüz yaşını geçmiş.
Kendisi, küçükken babası ölmüş. Akrabalarının desteğiyle annesi ve kardeşiyle İstanbul’a taşınıyor. Tıp Fakültesini kazanmış okumuş ve Doktor olmuş.
Amerika’nın, başka ülkelerin vasıflı çocuklarını çalıp (!) kendi ülkesine hizmet ettirme geleneğinden olsa gerek, ABD’ye gidiyor.
Orada İzmirli bir bayanla tanışıp evlenmişler ve 3 çocukları olmuş.
Doktor Amerika’da 40 yıl, sağlık sektörüne hizmet etmiş ve Vatan özlemi ağır basmış ki, emekli olunca Türkiye’ye gelip gitmeye başlamış.
Önce İstanbul’un çok lüks bir semtinden ev ile Çanakkale’de bir arsa alıyor
Tabi bu arada eşi ölmüş. Amerika’nın dört bir yanına dağılan çocukları da, gerek geçim telaşı, gerekse aile kavramının yok sayıldığı bu ülkede vakit bulup ve zaman ayırıp bir araya gelememişler.
Herkes işinde gücünde ve hanımı ölen Doktor Şükrü bey bu sefer, doğup büyüdüğü topraklara yani Fatsa’ya ağırlık vermeye başlıyor.
Buradaki akrabaları buluyor. Tanıdıklarıyla görüşüp, hatta bazılarına destek olup onları Amerika’ya götürüyor
Daha sonra, Bolaman sınırları içinde deniz manzaralı bir bahçeye villa yaptırıyor ve ara sıra burada kalmaya başlıyor .
Yıllar yılları kovalıyor, tekrar evlilik yapmayı düşünmeyen doktor, sağlık problemleri yaşamaya başlayınca her şey değişiyor.
Her nedense, çocuklarıyla iletişimi kapalı ve onlarla görüşmüyor.
İlginçtir ki, üç çocuk da birbirleriyle ve babalarıyla pek görüşmüyor.
Zamanla ilerleyen yaşı gereği Şükrü bey, ABD’ye, İstanbul’a ve eşinin memleketi İzmir’e akrabalarının yanına gitmekte zorlanıyor.
Bolaman’daki villayı bırakarak Fatsa’da bir ev kiralıyor ve burada yaşamaya başlıyor.
Yüze merdiven dayadığı günlerde, yaşının da verdiği etkiyle iyice hastalanınca, komşuların ihbarıyla gelen ambulansla hastanenin yoğun bakım ünitesinde tedavi altına alınıyor.
Bu yatıştan haberi olan villasının yanındaki komşusu ziyarete gidiyor.
Ama ilerlemiş hastalığı sebebiyle Şükrü bey kendinde olmadığından görüşülemiyor.
Komşusu, hemşireye telefonunu veriyor.
Çok geçmeden hastaneden acı haber geliyor ve Doktor yanında kimse olmadan, son nefeste bir çocuğunu göremeden hayata veda ediyor.
Komşusu, doktorun köyünün muhtarından bir mezar yeri izni alarak defin yapılacakken bir gelişme oluyor.
İstanbul’dan arıyorlar, arayan doktorun yeğeni. Ölen kardeşinin oğlu. Bir şekilde cenazeden haberleri olmuş.
Doktorun küçük oğlu ABD’den aramış. Bizim Zincirlikuyu’da mezar yerimiz var deyince Cenazenin yönü değişiyor.
Diğer çocuklar cenazeye gelmemiş, Sadece en küçüğü gelmiş.
Ordu Büyükşehir Belediyesi’nin cenaze aracı Şükrü beyi alıp İstanbul’a doğru yola çıkıyor.
Şükrü beyin yanındaki mezar komşusu Atatürk’ün en küçük manevi kızı Ülkü Adatepe’ymiş.
Bu hikayeyi neden yazdık?.
Doktor 5,000 Dolar emekli maaşı alıyormuş.
Bazı okuyucular çoktan beş bin doları TL ye çevirdi bile.
Evet doğru hesapladınız. 80 bin lira yapıyor.
Dudağınız uçukladı değil mi?
İyi de, sizin de yaşınız 100 olsa, ana baba yok, çocuklar var ama yok, çevrenizde bir tane bile akranınız kalmamış…
Çok kalabalık ve lüks bir şehirde yaşadığınızı da fark edelim.
Neye yarar 5 bin dolar?
Bir de buna ilaveten, tansiyon, kalp, mide vs. sorunları yaşıyorsanız, kan değerleriniz yüzünden doktorunuzdan sitem alıyorsanız.??
Demek ki mutluluk gençlik de, ailede, eş dost akraba ve akranlarda yani çevrenizde…
Kısaca her şey zamanında güzelmiş.
Eşiniz sağken, çocuklar yanınızdayken. Aile hayatınız varken. Siz yürüyorken, gülüyorken, duyuyorken, yerken içerken yaşayın bu hayatı.
Yarınlar, hesabınızda ve hayalinizde olmayan çok sürprizler saklıyor bizlere.
Sizleri, kendi çekimimiz olan, önünde diz boyu otlarla kaplı, insana hasret, içinde Şükrü beyin eşyaları, kapısı ne zaman açılır bilinmeyen villanın resmi eşliğinde bu uzun yazıyla başbaşa bırakıyoruz.
Yazı: Haluk Ekiz…